Erasmus Hikayeleri: Kırmızı Işıklardan Dünyaya

    Erasmus Hikayeleri: Kırmızı Işıklardan Dünyaya

    Dünyayı görmek istiyor ama korkuyor musun? Karşıdan karşıya geçmeye çekinen bir kızın kendini okyanus kıyısında bulduğu macera dolu Erasmus hikayesinden ilham almaya hazır ol!

    Merhaba Üniversiteli, eğer şu an bu yazıyı okuyorsan eminim dünyayı gezmeye ve yeni keşifler yapmaya meraklısın! O hâlde doğru yerdesin. Peki ya ben? Şuan ne mi yapıyorum? Kahvemi yudumlarken, bilgisayar başında hafif bir müzik eşliğinde, kırmızı ışıklarda karşıdan karşıya tek başına geçmeye cesaret edemeyen küçük bir kızın nasıl hayaller kurup onları gerçekleştirdiğini, hayatında ilk kez nasıl yurt dışına çıktığını sana anlatmakla, içindeki cesareti Erasmus hikâyemle perçinlemeye çalışmakla meşgulüm.

    Erasmus hikayem nasıl başladı?

    Her zaman içinde olan, ''Üniversite hayatı bu, bir kez yaşanır! Dolu dolu yaşa!'' veya "Kendimi geliştirmeliyim, ufkumu açmalıyım,'' gibi cümlelerin aynını kurmakla başladı diyebilirim. Gel zaman git zaman o korkular, "Ya yapamazsam," soruları, kararsızlıklar, aile ve çevre etkenleri derken kendi kendime şöyle düşündüm: ''Bi' dakika ya! N'oluyoruz? Hayat benim, karar benim!" Başvurdum Erasmus ofisine, hem de kimseye sormadan. Onay mailiyle birlikte telefona sarıldım: "Anne, baba, ben yurt dışına gidiyorum!'' Kısa süren bir sessizlik ardından gelen soru yağmurunu sabırla cevapladım. Derken gerisi çorap söküğü gibi geldi - desem de inanma, birçok zorlukla karşılaştım. Bunlarla sen de karşılaşacaksın, hele ki ilk deneyimin olacaksa. Aman ha sakın vazgeçme! Bir kez yaşayacaksın!
    Biletim elimde, hava alanının dış hatlar bölümünde sevdiklerimden ayrılırken buruk bir sevinç eşliğinde sorunsuz bir şekilde kontrollerden geçtim. Kol çantamda ne mi vardı? Pastırma sucuk! Valizimde ise kıyafetten daha çok yemeklik malzeme. Aveiro (Portekiz) gibi Türk kültüründen uzak bir yere, Avrupa'nın en batısına gidiyorsanız faydası oluyor. Hele ki damak zevkinize benim gibi düşkünseniz.

    Peki ya en güzel Erasmus anım?

    Aveiro'ya vardığımda, garip bir şekilde, pek heyecanlanmadım. Durumu çok normal karşıladım ve uyum sağladım. Sonrasında tamamen İngilizce, çat pat Portekizce olarak hayatımı idame ettirmeye alıştım. Yepyeni bir kültür, yeni insanlar, yeni bir doğa tanıdım ve hepsini çok sevdim. Hayatımda ilk kez, gece vakti, okyanus gördüm! Atlantik'in o haşin ve serin dalga sesleri, o dünyanın bambaşka bir yerinde, bambaşka bakmak hayata... Tek kelimeyle harikaydı. Portekiz kültürünü yavaştan tanımaya ve alışmaya başlamıştım. Örneğin en ilginç gelen şey, Averio'daki hayatın ciddi bir düzen içinde olmasıydı; hafta içi akşam yediden itibaren (tüm dükkânlar kapalıyken) ölü bir şehri andırırken, cuma ve cumartesileri festival havasındaydı şehir. Köyleri yeşil, festivalleri rengârenkti. Hiç unutmadığım bir anım da, ev sahibinin bizi kasabadaki evine davet ettmesiyle başladı. Mira adlı küçük şirin bir köye gittik ama ne gidiş! Gece vakti arabayla, "Eyes Wide Shut" filminden fırlama bir sahne gibi, geçtiğimiz büyük demir kapının ardına kadar açılmasından sonra yaklaşık üç kilometre daha gittik ve kocaman bir malikâneye vardık. Aynen biz de sizin gibi malikânenin içini düşünürken müştemilatta bulduk kendimizi, çünkü misafir kültürümüz tamamen farklıymış dediklerine göre, zaten yemeklerimizi de kendi beraberimizde getirmiştik. O an çaresizce oradan gidemeyeceğimizi kabullenerek daha uygun bir yer sorduk ve malikânenin kendinden ayrı olan, bizim ilk başta restoran sandığımız büyük, içinde bir sinema odasının olduğu bir yerde bulduk kendimizi ve hâlimize gülerek uyuduk. Sabah uyandığımda ise küçük bir cennetteydim, içinde atların dolaştığı, bir gölün bulunduğu, çalışan hizmetlilerin olduğu bir yer. Garip olan ise, ev sahibimizin kira ödemekte zorlandığı için odasını bize kiralamış olmasıydı. At arabalarıyla yemyeşil bir festivale davet edilip, Antonio Amcalarla keman çalıp eğlenmiştik gün sonunda.
    Erasmus maceram burada bitmedi! Baktım bu iş ilgimi çekiyor, taktım sırtıma çantamı, hızımı alamayarak 45 gün Avrupa turuna çıktım. Paris, Brugge, Brüksel, Rotterdam, Amsterdam, Munich, Viyana, Linz, Salzburg gibi bir rotayla kimi yerde doğa, kimi yerde eğlence, tarih, sanat, kültür, festival derken, hayatımda ilk kez ne kadar hayat dolu olduğumu hissettiğim dolu dolu bir Erasmus hayatı yaşadım. Han diyorlar ya, gerçekten öyle, çünkü bambaşka bir hayat! Bu arada aldığım tüm dersleri de geçtim. Akademik boyutu da ihmal etmemek gerek bence.

    Peki Erasmus maceramdan ne öğrendim?

    Sana tavsiyem ise, az da olsa gezme, keşfetme ve yaşama isteği varsa Erasmus'u bir düşün! Bin düşün. Evet Erasmus yaparken de pişman olacaksın. Ama şunun garantisini vereyim, yapmazsan daha çok pişman olacaksın. Paris sokaklarında gez mesela, Brugge'da waffle ye! Louvre müzesinde Mona Lisa'yı görmek için ekmek kuyruğu gibi uzayan sıraya gir. Amsterdam'da kanal turu yap. İlk kez okyanus gör mesela! Ne geçiyorsa içinden! Neresi geçiyorsa... Çünkü hayat geçiyor ve maalesef ki öğrencilik hayatı daha da çabuk geçiyor.

    Bu yazı BinYaprak misafir yazarları Derya Uzun tarafından yazılmıştır.

     

    Yorum 1

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Beyza Kendirli zaman: Cumartesi, 04 Ocak 2020 23:23

    Çok faydalı bir yazı olmuş. İnternette böyle içeriklerle karşılaşmak çok güzel.

    Erasmus ile ilgili daha fazla içerik için abouterasmus.com'u da inceleyebilirsiniz

    0
    Çok faydalı bir yazı olmuş. İnternette böyle içeriklerle karşılaşmak çok güzel. Erasmus ile ilgili daha fazla içerik için [b][url=https://abouterasmus.com/]abouterasmus.com[/url][/b][i][/i]'u da inceleyebilirsiniz:)
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.