Özen, Kapitalizm ve Politika

    Özen, Kapitalizm ve Politika

    Özen, kapitalizm ve politika hakkında derin bilgiler öğreneceğiniz yazımız sizinle. Keyifli okumalar!

    KATHLEEN LYNCH 

    Social Europe  

    2021

    Kapitalizm, çağımızın hâkim politik-ekonomik sistemi konumunda. Neoliberal kapitalizmde, toplumsal yaşam düzeninde piyasalara öncelik tanınıyor. İtirazlar yükselmesine rağmen, bu sistem bilişsel hegemonyasını sürdürüyor.

    Neoliberal kapitalizm, ekonomik organizasyonun analitik sisteminden ibaret değildir; aynı zamanda piyasanın etik bağlamı oluşturmakta etkin bir rol oynadığı, toplumun nasıl organize edilmesi gerektiğine dair fikirler sunan normatif bir yapıdadır. Bu sistem çıkarcı bir girişimci bireyciliği savunur. Bu özelliklerin doğal ve arzulanır şeyler olduğunu söyleyen sistem, derin ve yoğun özene ise karşıdır. 

    Neoliberal kapitalizm bireyleri iş güvenliği, zenginlik, sosyal statü, kişisel ilişkiler ya da ahlaki değerler gibi her alanda rekabetçi olmaya teşvik eder. Böyle bir sistemde özene daha gerilerde, ikincil bir rol düşer.

    Para en yaygın kullanılan başarı ölçütü, yetkinlik ve değerin en önemli göstergesidir; her şeyin birbiriyle kıyaslanmasını ve ölçülmesini sağlayan ortak payda. Bakımları için yüksek rayiçler ödemeye gücü yetmeyen kesimlere (çocuklar, yoksullar ve engelli yetişkinler) özen göstermeye zaman ayırmak, para kazanılabilecek zamanın aptalca, idealist bir şekilde harcanması olarak görülüyor.

    Oysa yaşam özene dayanıyor. Özen, insanlığın ve gezegenin geleceği açısından hayati bir önem taşıyor. 

    Hiyerarşik düşünce 

    Özenin değersizleştirilmesi süreci kapitalizmle başlamadı. Descartes tarafından 1641'de beden ile zihin arasında yapılan res cogitans ve res extensa ("düşünen şey" ve "uzamlı şey") ayrımı, insanlar konusunda ikili ve hiyerarşik düşünceyi teşvik etti. Düşünen şeyler, uzamlı şeyleri, yani doğayı kontrol edebilirdi. Kadınlar ve yerliler de doğanın bir parçası olduğuna göre, Descartes'ın "efendiler ve doğanın sahipleri" olarak adlandırdığı kişilere tabi olmaları gerekirdi.

    Dolayısıyla, özen, toplum değil doğa bazında tanımlanır oldu ve bu sayede de sömürülebilir bir şeye dönüştü; kadınların temel, içgüdüsel bir özelliği, "doğallıkla" yapabildikleri bir şey. Bunun sonucunda, özenin, tabiatı gereği kadınlara özgü bir şey olarak görülmeye, takdir ya da ödül gerektiren bir iş olmadığı düşünülmeye başlandı.

    Özenin insanı tanımlayan bir iş olmadığı inancı zamanla Avrupa'da ve dünyanın diğer yerlerinde, vatandaşlığı tanımlayan bir iş olmadığı görüşüne dönüştü. TH Marshall'ın çok etkili vatandaşlık kavramı, (devletin himayesi altında) sivil, politik ve sosyoekonomik haklara sahip birey fikrine odaklandı. Vatandaşlık, özen gösterme sorumluluğu ya da özen gösterilme hakkıyla eşdeğer görülmüyordu.

    Savaş sonrası dönemde Avrupa'da özen hakkı (çocuk yardımı ödemeleri, çocukların ve yaşlıların bakımının devlet tarafından karşılanması gibi) kabul görmeye başlasa da insanların yetişkinlik, özellikle de yaşlılık dönemlerindeki ekonomik güvenceleri, çalıştıkları dönemdeki statülerine bağlıydı. Bu bağlamda, Avrupa Birliği Temel Haklar Bildirgesi ve Lizbon Anlaşmasında temel hedef, çalışanların haklarının artırılmasıydı.

    Ancak, Avrupa'nın sosyal güvenlik sistemlerindeki boşluklar COVID-19 pandemisiyle birlikte iyice belirgin bir hal aldı. Yaşlı bakım evlerindeki yüksek ölüm oranları, ne yaşlı, korunmasız insanların ne de onların bakıcılarının öncelikli olmadığını ortaya çıkardı.

    Hor görülen bağımlılık 

    Sanayileşme sonrası dönemde, yetişkinlik ve vatandaşlık kavramları bağımsızlık ve özerklik idealleriyle yakından bağlantılıydı. Yetişkinlerin bağımlılığının "iyi" bir yanı yoktu. Çocuklar ve hangi nedenle olursa olsun işsiz kalan yetişkinler hor görülen bir bağımlılık statüsüne yerleştirilmişti. Bu durum yavaş yavaş değişiyor ve kimi ülkeler ücretsiz aile bakımını sigorta kapsamına almayı değerlendiriyor.


    Bu bakış açısının yaygınlığı, modern Avrupa'daki "aktif" ve "sorumluluk sahibi" vatandaşlık kavramlarının kurumsallaştırılmasında bariz şekilde görülebiliyor. Engelliler dahil, herkesin aktif birer ekonomik unsur olması bekleniyor. İşsizler ve "yoksullar" harekete geçmeyi ve değerli, çalışan vatandaşlar haline gelmeyi başaramadıklarında ahlaki açıdan değersizleştiriliyor ve cezalandırılıyor.

    Bağımlı olmanın utanç verici olması nedeniyle, bağımlıların bakımı da utanç verici olarak görülüyor. Bakım, özellikle aile içinde ücretsiz gerçekleştirildiğinde, gerçek iş olarak görülmüyor. 

    Homines curans

    Kapitalizm ahlaktan yoksun değildir. Ancak para kazanma anlayışının hâkimiyetindeki kapitalizm, kâr elde etmeye yönelik organize savaşlar yoluyla şiddeti ve ölümü mümkün kılmakla kalmaz, aynı zamanda insanların bakımsızlıktan (yoksulluk, evsizlik ve/ya da sağlık hizmetlerine erişememek) ölmesine de izin verir.

    Ancak, insanlar çıkarcı olsa da tamamen çıkarcı değildir. Başkalarına, hatta tanımadıkları insanlara sevgiyle bağlanmalarını sağlayan ilişkileri vardır; aynı zamanda da özgecildirler. Para, statü ve güçten önemli şeyler de vardır, çünkü sevme ve özen gösterme arzusu tüketme ve sahip olma arzusuna paralel ilerler: homines curans (şefkatli insan) da sosyolojik açıdan homo economicus kadar gerçektir.

    Pandemi sırasında öğrendiğimiz şeylerden biri de insanlığın birbirine bağımlı olduğudur. Bu bağlar ahlak anlayışını besler: Diğer insanlara duyduğumuz ihtiyaç, başkalarını düşünmemizi sağlar. İnsanlar ahlaki açıdan kendinden ve başkalarından beklenen davranışları belirleyebilir ve davranışlarına bu doğrultuda çekidüzen verebilir. Pandemi bize hastalık döneminde bakımın opsiyonel bir şey olmadığını öğretti: Yaşamla ölüm arasındaki farkı bu bakım belirler.

    Yeni anlatı

    Ancak homines curans'ı politik açıdan hayata geçirebilmek için öncelikle bu kavramı entelektüel açıdan hayata geçirmek gerekir. Bu da toplumsal değişimin ana akım, erkek egemen "efendiler"den bağımsız şekilde ifade edildiği yeni bir anlayış gerektirir. Entelektüel açıdan yeniden ortaya çıkarılarak politik hayata taşınabilen "kültürel kalıntılar" var.

    Kültürel kalıntıların bulunabileceği alanlardan biri şefkat dolu sevgi, özen ve dayanışma dünyasıdır; insanların değer verdiği, gündelik yaşamlarına bir anlam kazandıran ilişkiler. Her ne kadar özen söylemleri politika tarafından "evcilleştirilmiş" hatta susturulmuş olsa da özenli ilişkilerin temelini oluşturan değerlerin onay görmesi neoliberalizme yönelik direnişi canlandırabilir. Bu sayede yeni bir dil ve politik açıdan yeni öncelikler yaratılabilir.

    Kararların sadece ekonomik ve toplumsal çıkarlar bağlamında verildiği varsayımıyla politik modeller kurulması (parti politikalarının normu), çıkarcı hesaplar uğruna, insanları bir araya getiren bağlar ve sözlere haksızlık eder. Bu anlayış pandemi sırasında birçok yerel toplulukta sergilenen dayanışmayı ve başkalarına odaklanma çabalarını zedeler.

    Tamamen çıkarcı politikanın anlatısına meydan okuyan yeni bir özen politikası ve şefkatli bir adalet sistemi kurmanın zamanı geldi. Bu, sadece özenin politik etik açısından benzersiz öneminden dolayı değil, aynı zamanda insanların kapitalist ahlak rehberliğindeki bir dünyaya hâkim olan korku, nefret ve şiddet anlatısına itiraz etmesini sağlayacak entelektüel ve politik bir yola ihtiyacı olmasından dolayı da gereklidir.


     

    Yorum

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Henüz bir yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.