Siyaset ve İki Tür Elit

    Siyaset ve İki Tür Elit

    Optimist'in yeni yazısı sizinle. Keyifli okumalar! 

    AMORY GETHIN

    CLARA MARTINEZ-TOLEDANO

    THOMAS PIKETTY

    Eylül 2021

    1980'li yıllardan beri dünyanın birçok yerinde hızla artan ekonomik eşitsizlik göz önünde bulundurulduğunda, zenginliğin yeniden dağıtılması ve sınıf temelli siyasetin geri dönmesini bekleyebilirsiniz. Bu pek de gerçekleşmedi, en azından doğrudan.

    Büyük resmi anlayabilmek için, 1948 ile 2020 arasında yapılmış 300'den fazla seçimi kapsayan yeni bir oy dağılımı veri tabanını kullanarak, 50 tane batılı ve batılı olmayan demokrasideki siyasi bölünmelerin uzun vadeli tarihini araştırdık.

    Analizimizden ortaya çıkan en çarpıcı sonuçlardan biri, batı demokrasilerinde "sınıf temelli parti sistemlerinden" "çoklu elit parti sistemlerine" geçiş olarak adlandırdığımız gelişme oldu. 1950'li ve 1960'lı yıllarda, batı demokrasilerinde sol kanat partilerine verilen oylar "sınıf temelliydi", yani daha düşük gelir ve daha az eğitimli seçmenlerle güçlü şekilde bağlıydı. O zamandan beri, bu oylar yüksek eğitimli seçmenlerle daha fazla ilişkilendirilmeye başlandı. 2010'lu yıllar gelirin ve eğitimin insanların nasıl oy verdiğine olan etkisinde kayda değer bir değişime yol açtı. Yüksek gelirli insanlar sağa oy vermeye devam ederken, yüksek eğitime sahip insanlar (üniversite diplomasına sahip olanlar gibi) sola kaydı. Bu ayrım tarihi, siyasi ve kurumsal farklılıklarına rağmen neredeyse bütün batı ülkelerinde belirgin.

    Bu kayda değer dönüşümün açıklaması nedir? 

    Öncelikle, klasik cevap kimlik siyasetinin artan yaygınlığını hatırlatıyor. Çevrecilikle, toplumsal cinsiyet eşitliğiyle, cinsel ve etnik azınlıkların hakları ve daha güncel olarak göçmenlikle ilgili soruların siyasi tartışmalardaki önemi gittikçe arttı, yeni yeşil ve göçmen karşıtı partiler seçimlerde yükseldi. Gelir miktarı sosyal demokrat partileri muhafazakâr partilerden ayırmaya devam ederken, günümüzde yeşil ve göçmen karşıtı partilerin destekçilerini en keskin şekilde ayıran şey eğitim düzeyidir.

     

    Küresel ideolojinin yükselişi

    Bu uzun vadeli evrimi açıklayabilecek bir diğer mekanizma ise eğitimin yayılma sürecinin kendisiyle alâkalıdır. 1950'li ve 1960'lı yıllarda seçmenlerin çoğu en fazla ilkokul veya lise eğitimine sahipti. Bu bağlamda, sosyal eşitsizlikleri azaltmak isteyen partiler basit şekilde herkesin ilkokul ve lise eğitimi almasını sağlamayı amaçlayabilirdi. Üniversite eğitiminin yaygınlaşmasıyla, işler daha karmaşık hale geldi. Bir zamanlar eğitim sistemine erişimde eşitliği savunur pozisyonda görülen sol kanat partileri, gittikçe daha fazla asıl olarak yüksek eğitim oyununun kazananlarını savunan partiler olarak görülüyor. Bunun, bu partilerin de eğitimden faydalanmayanlar tarafından tepkiyle karşılanmasına katkıda bulunduğu ve bazılarının göçmen karşıtı partilere veya çekimserliğe kaymasını getirdiği ileri sürülebilir. Sonuç olarak, sosyal demokrat partilerin seçmenleri gittikçe daha fazla yüksek eğitimlilerle sınırlı olmaya başladı.

    İlgili üçüncü bir mekanizma ise, özel mülkiyet çıkarlarını her şeyin önüne koyan ve kapitalizmin radikal bir dönüşüme uğratılabileceği fikrini saf dışı eden küresel bir ideolojinin yükselişidir. 1980'li yıllardan beri geleneksel sol kanat partilerinin platformlarının ılımlılığı (İngiltere'deki Yeni İşçi Partisini düşünün) ve bazı örneklerde neoliberal politikaları desteklemeye yönelmeleri, sınıf ayrımlarının siyasette ciddiye alınmasının gözden düşmesine, sonrasında da bu partilerin erime sürecine girmesine ve kimlik temelli mücadelelerin yükselişine katkıda bulundu.

    Sebepleri ne olursa olsun, bu derin dönüşümün sonuçları oldukça açık. Siyasi sistemler daha çok iki tür eliti (iyi eğitimliler ve varlıklılar) temsil etmeye başladıkça en dezavantajlı vatandaşların ilgileri için pek fazla ifade alanı bırakmadılar. İngiltere'de, diğer birçok batı demokrasisinde olduğu gibi düşük gelirli ve düşük eğitimli vatandaşlar arasında son yıllarda çekimser kalma eğilimi fırladı. Kayda değer bir kitapta Geoffrey Evans ve James Tilley bu "İngiliz işçi sınıfının siyasi olarak dışlanmasının" siyasi partilerin ve medyanın eşitsizlik sorularına gittikçe daha az yer vermesiyle nasıl tetiklendiğini gösteriyor. Sınıflar ölmedi, üç siyaset bilimcinin 15 yıl önce belirttiği gibi: Canlı canlı gömüldü.

    Popülizmin kök salması 

    Ama, dünyanın en azından bir yerinde, Avrupa'da seçmenleri açık şekilde sınıf hatları doğrultusunda bölmeye  devam eden bir siyasi mücadele alanı var. Analizlerimizin gösterdiğine göre 1970'li yıllardan beri Avrupa Birliği'nde gerçekleşen her referandumda, düşük gelirli ve daha az eğitimli seçmenler uluslarüstü entegrasyonun ilerlemesine muhalefetlerini belirtme konusunda bir araya geliyor. Bir açıdan, bu şaşırtıcı değil. Neredeyse sadece insan ve para akışının liberalleşmesine ve sıkı mali kuralların empoze edilmesine odaklanan bir birlikte, 21. yüzyılın regülasyonsuz kapitalizminin yarattığı şokların cezasını en çok çeken o çalışanlar için kazanacak neredeyse hiçbir şey yok. Brexit bu uzun sürecin sonucunu temsil ediyor. 2016'da, İngiltere'deki seçmenlerin en düşük gelirli yüzde 10'unun yalnızca yüzde 35'i Avrupa Birliği'nde kalmak için oy verdi, tıpkı seçmenlerin en varlıklı yüzde 10'unun üçte ikisi gibi. Onlarca yıldan beri ilk kez, siyasi ve sosyal olarak geride bırakılmış vatandaşlar (2008 sonrası kemer sıkma önlemlerinin ağırlığını taşıyanlar da dahil olmak üzere) kendi endişelerini seslendirebildi.

     

    Birçoğu, bu küreselleşme çağında ekonomik güvensizliğin ve kültürel endişenin "popülizmin" siyasi sistemlerimizde geri dönülemez şekilde kök salmasına imkân verdiğinden yakınıyor. Bulgularımız, bunun temellerinin kısmen, birkaç on yıl boyunca "elitizmin" yeni bir biçimi tarafından atılmış olabileceğini gösteriyor. Batı demokrasilerinin karşı karşıya olduğu siyasi krizlerle başa çıkmak, var olan demokratik kurumlar tarafından temsil edildiklerini hissetmeyen vatandaşlara yeniden seslerini duyurma imkânı vermeyi gerektirecek. Her şeyin ötesinde, onları küreselleşmenin ve teknolojik değişimin yalnızca küçük bir azınlıktan fazlasının çıkarlarına hizmet edebileceğine ikna edebilmek için yeterince istekli ve güvenilir platform- lar tasarlamayı gerektirecek. 

    * Amory Gethin, Clara Martínez-Toledano ve Thomas Piketty, "Siyasi Bölünmeler ve Sosyal Eşitsizlikler: Elli Demokrasinin Araştırması"nın yazarları, 1948-2020

     

    Yorum

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Henüz bir yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.