Olduğunuzu Sandığınız Kişi Değilsiniz

    Olduğunuzu Sandığınız Kişi Değilsiniz

    Gerçekten sandığınız kişi değil misiniz? Keyifli okumalar!

    DAVID BROOKS 

    New York Times

    Ekim 2021

    Bir şeyi görmek ile hayal etmek arasındaki farkı anlayabildiğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Gördüğünüz şey gerçekten oradadır; hayal ettiğinizde ise onu kurarsınız. Bunlar çok farklı şeylerdir. 

    Sorun, araştırmacılar insanlardan bir şey, örneğin bir domatesi hayal etmesini istediğinde ve onlara bir domatesin zar zor sezilebilen bir fotoğrafını gösterdiğinde, o domatesi hayal etme sürecini, görme sürecinden ayırmanın güçleşmesidir. Çünkü bu iki süreç de beynin aynı bölgelerini kullanır.

    O şeyi düşünmeyi bırakmanız fayda sağlayabilir. Kafatasınızın içindeki karanlık bir alanda hapsedilmiş haldeki beyniniz, dünyanın bir resmini oluşturabilmek amacıyla parça parça bilgilerden yararlanmaya çalışır. Dış dünyayı biraz da deneyimlerden yararlanarak oluşturur. Nadine Dijkstra, Nautilus'ta, "Görünüşe göre gerçeklik ve hayaller beynimizde iç içe geçiyor" diyor. "Bu da içsel dünyamızla dış dünyamız arasındaki ayrımın sandığımız kadar net olmayabileceği anlamına geliyor."

    "Hayal etmenin" ve "görmenin" farklı zihinsel becerileri tanımladığını öğrenerek yetiştirildik. Ancak zihnimizde olup bitenlere dair daha fazla bilgi edindikçe, bu kavramlar hızla bulanıklaşmaya başlıyor.

    Bu durum her alanda gerçekleşiyor. İnsanlar yüzyıllar boyunca farklı düşünsel faaliyetleri tanımlayacak farklı kavramlar geliştirdi: hafıza, algı, duygu, dikkat, karar verme becerisi. Ancak şimdi, bilim insanları beynin işlevini inceleme becerilerini geliştirdikçe, gözlemledikleri faaliyetlerin kültürümüzün ürettiği dikkatle tanımlanmış, kendimizi anlamak amacıyla yararlandığımız kategorilere girmediğini görüyor.

    Birkaç örnek vereyim:

    Mantık/Duygu: 

    Rasyonel beyin fikirler üretir ve fikirlerden yararlanır, duygular ise bizi sarıverir gibi gelir. Ancak Northeastern Üniversitesinden Lisa Feldman Barrett gibi kimi nörobilimciler, insanların duygularıdadüşünceleri de oluşturduğunu ve aralarında net bir ayrım olmadığını savunuyor. Duygularımızı kontrol altına almak amacıyla mantık becerimizden yararlanabileceğimizi düşünürüz ancak kimi nörobilimciler olup bitenin bu olduğundan emin değil. Dahası, duygular bir şeylere verilen değeri belirler, dolayısıyla mantıktan bağımsız ya da mantığa karşıt bir şey değil, mantık açısından yararlıdır.

    Gözlem/Hafıza:

    Gözlem şeffaf bir süreç gibi gelir. Gözlerinizi açar ve gördüklerinizi kaydedersiniz. Oysa görmek, büyük ölçüde, görmeyi beklediklerinize dair, deneyimlerimize dayanan zihinsel kestirimlerde bulunmak ve ardından duyusal girdileri kestirimlerinizi kontrol etmek ve ayarlamak amacıyla kullanmaktır. Dolayısıyla, hafızanız gördüklerinizi büyük ölçüde etkiler. Sussex Üniversitesi nörobilimcisi Anil Seth, "Algılar en az dışarıdan içeriye doğru hareket ettiği kadar, belki de daha fazla içeriden dışarıya doğru hareket eder" diyor. Duygular ve hafıza arasındaki iletişim, Seth'in "kontrollü halüsinasyon" adını  verdiği, gerçekliği belirlemeye en yaklaştığımız nokta olan şeyi ortaya çıkarır.
     

    Anlamak/Deneyimlemek:

    Anlamak bilişsel bir süreç gibi gelir. Bir şeyi incelersiniz ve ne olduğunu belirlersiniz. Deneyim duyusal bir şey gibidir. Bir olayı fiziksel olarak yaşarsınız. Ancak Oregon Üniversitesi Felsefe Bölümü profesörü Mark Johnson, bedenden bağımsız bir kavrayış diye bir şey olmadığını söyler. Sinirsel, kimyasal ve bedensel tepkileriniz her an birbirleriyle iletişim halindedir. Dolayısıyla hem anlama hem de deneyimleme, hem fiziksel hem de zihinsel süreçlerdir. Sussex Üniversitesinde felsefe doktorası yapan Joe Gough, "Eksiksiz bir insanla karşılaştığınızda" der, "bu kişinin 'beden' ve 'zihin' olarak ayrılabileceğini düşünmemeliyiz." 

    Öz Denetim:

    Öz denetim, otokontrol, metanet gibi bir şey varmış gibi konuşuruz. Ancak Stanford psikoloji profesörü Russell Poldrack, laboratuvar ortamında insanlarla gerçekleştirilen otokontrol düzeyini ölçmeye yönelik oyunların, gerçek hayatta alkole ya da uyuşturucuya direnip direnemeyeceğini göstermediğini söylüyor. Bu da Poldrack'a göre, "öz denetim" sandığımız şeyin, farklı süreçlerin karışımı olabileceğini gösteriyor.

    Jordana Cepelewicz bir süre önce Quanta dergisinde genel kavramsal sıkıntılarla ilgili mükemmel bir makale yayınladı. Makaleye göre, Montreal Üniversitesi nörobilimcisi Paul Cisek, "Karar verme ya da dikkat gibi kavramların beyinde bir karşılığı olmadığını görüyorsunuz" diyor. Cepelewicz, bu alanda çalışan isimlerin bazılarının, düşünce hakkındaki düşüncelerimizi oluşturan kavramların radikal şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyor.

    Heyecan verici bir durum. Epeydir 50 yıllık "duygu" ya da "mantık" gibi kavramların geçerliliğini yitirip yitirmeyeceğini düşünüyordum. Gelecekteki kimi dehalar, kim olduğumuzu ve nasıl düşündüğümüzü ortaya koyan daha entegre ve isabetli paradigmalar geliştirecek.

    Araştırmacıların bütünsel bir anlayışa yönelmesi hoşuma gidiyor. Nörobilimciler uzun bir süre zamanlarını beynin hangi bölümünün hangi işlevi üstlendiğini belirlemeye çalışmaya harcadı (Korkunun merkezi amigdaladır!). Günümüzde beyindeki, bedendeki ve ortamdaki ağların kapsamlı zihinsel durumlar yaratmak adına birlikte çalışma şekillerini de inceliyorlar. İnsanların ve grupların kendi gerçeklerini yaratıcı şekilde oluşturduğunu ve kendi oluşturduğu hayatı yaşadığını konuşmanın zamanı geldi. Gençlere sık sık genetik okumalarını söylerim. Bu alan kesinlikle büyük öneme sahip olacak. Ancak şimdi bütün bunları da incelememiz gerektiğini fark ediyorum. Bizi büyük, heyecan verici değişimler bekliyor.

     

    Yorum

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Henüz bir yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.