İlham verici ve sınırları zorlayan bir hayat: Ed Viesturs. Keyifli okumalar!
1) Dünyanın en iyi dağcılarından birisiniz ve destek oksijeni olmadan 14 tane 8000'lik zirveye tırmanan beşinci kişisiniz. Bunu başarabilmek için yıllar içinde geliştirdiğiniz temel beceriler nelerdi?
Bunun kişisel bir yolculuk olduğunu söylemem gerek. Gerçek anlamda âşık olduğum bir şey bu. Bir şeye tutkuyla bağlıysanız ve kendinizi motive edebiliyorsanız, temeliniz oluşmuş demektir. Dağcılık hiç kolay değildir. Benim zorluklara kucak açan bir yapım var. Kontrolün hiçbir zaman tamamen benim elimde olmayacağını bilerek bu işe giriştim; kontrol dağdadır. Koşullar iyiyse, bir tepeye çıkabiliriz. Koşullar iyi değilse, eve dönüp sonra tekrar denemeliyiz. Her şeyin başı sabır. Biliyorsunuz, biz "tırmanıyoruz"; "zirveye" çıkmıyoruz. Çünkü olayın yüzde 99,99'u "tırmanmaktır". O yüzde bütün meseleye bir yolculuk ve süreç gözüyle bakmalı, onu kucaklamalıyız.
2) Aylarca hazırlık yaptıktan sonra, "ölüm bölgesi" denen bir yerden geri dönmek zorunda olmanın yarattığı hayal kırıklığıyla nasıl baş ediyorsunuz?
Ne kadar yükseğe çıkarsanız, hedefe ne kadar yaklaşırsanız o kadar zorlaşıyor. Geri dönmek "zorunda" değildim, geri dönmem "gerekiyordu". Yaklaşımımı değiştirdim. Everest'e ilk yolculuğumda, 1987'de, zirveye son hamlemizi yaptık ve 90 metre kala durduk. Koşullar bizim kontrolümüzde değildi ve hava gittikçe kötüleşiyordu. Mentorlarımdan biri olan Eric Simonson'la birlikte tırmanıyordum ve bana zirveye tırmanmanın opsiyonel, aşağı inmenin zorunlu olduğunu öğretmişti. Orada durup onunla birlikte karar almak… Her şey çok netti. Buna hazırlıklıydım ve gururla şunu söyleyebilirim: "Bunlar öğrendiğim kurallar ve ben bu kurallara uyuyorum." Elbette zirveye ulaşamadığımız için hayal kırıklığı yaşadım ama bu bizim suçumuz değildi. Eve geri dönemiyorsanız, buna değmez. Bunu gözden kaçıranlar hırsının esiri oluyor.
3) 8000 metrelik bir dağa tırmanırken hangisi daha fazla zorluyor: Fiziksel engeller mi yoksa psikolojik engeller mi?
İkisi de diyebilirim çünkü bunlar birbirinden bağımsız değil. Fiziksel engeller çok bariz; dayanıklı olmalısınız. Bu yolculukların çoğu üç ay kadar sürebilir. Dağa adım attığınız anda zayıflamaya başlarsınız, gücünüz azalır, kendinizi tüketirsiniz. Olağanüstü rakımlarda, doğru düzgün bir şey yemeden, aldığınızdan çok daha fazla kalori tüketerek devam edersiniz. O yüzden dayanıklı olmak şart. Yükseğe çıktıkça oksijen azaldığından zihinsel dayanıklılık da önem kazanır çünkü aslında vücudunuzu yapmak istemediği bir şeye zorluyorsunuz. Acı çekersiniz, canınız yanar ve çok ama çok yavaş tırmanırken şunu düşünürsünüz: "Tanrım, daha zirveye yaklaşamadım bile."
4) Ne kadar yavaş tırmanmaktan bahsediyoruz?
Everest'in zirvesine çıktığım ilk seferi hatırlıyorum, 1990. Yüksek kamptan zirveye o son tırmanış 12 saat sürdü. Attığım her adımda 15 kez nefes alıp vermem gerekiyordu. 15 kez! 15 değil de 16, 17, 18 kez nefes alsaydım çok uzun sürecekti ve zirveye asla çıkamayacaktım. Daha az nefes alsaydım, hipoksiden çökebilirdim. Fiziksel olarak büyük bir mücadele ama zihinsel olarak da öyle: "Tamam, 15'inci nefeste sonraki adımı atmalıyım. Bunu yapmak zorundayım." 10-12 saat boyunca aklınızdan sürekli bunun geçtiğini düşünsenize…
5) Aylarca süren bir yolculuğun sonunda zirvede olmak nasıl bir duygu?
Muazzam bir tatmin duygusu ve bir amaca ulaşmanın verdiği haz… Antrenman ve hazırlık sürecinde beni en çok motive eden şey başarısızlık korkusudur. Vazgeçmek çok kolay, değil mi? Ama yarın nasıl hissedeceksiniz? Pek çok amatör dağcıyı dağlara götürdüm ve kendilerini zorladıklarında yaşadıkları değişimi görmekten büyük haz duydum. Hem fiziksel hem zihinsel olarak asla yapmayacakları şeyleri yapabiliyorlar. Zirvelerden birinde ayakta durduklarını gördüğünüzde, nasıl değiştiklerini de görebiliyorsunuz. Aşağıya indiklerinde "artık hiçbir şey benim için imkânsız değil" diyorlar. Tüm yaşamları değişiyor, benimki de öyle. Çünkü bu duygu bağımlılık yapıyor.
Kaynak: The Talks
2023 BinYaprak. Tüm hakları saklıdır. Bir TurkishWIN girişimidir
Yorum