İnsan, üniversiteye başlayınca bir anda "Konuş!" komutuyla karşılaşınca bocalıyor. Ancak bu süreç korkuları yenmekle atlatılabiliyor. Ben yaptım, sen de yapabilirsin!
"Bir lisan, bir insan" sözünü hepimiz duymuşuzdur. Lise dönemimde bu söze kesinlikle karşı çıkardım. Ben bendim çünkü, öğrendiğim Matematik, Fizik nasıl benim kişiliğimi değiştirmiyorsa İngilizce de değiştiremezdi beni. O zamanlar sadece bir dersti çünkü İngilizce benim için. Sınavından bir gün önce çalışıp, ezberleyip bir sayısal öğrencisi olarak formüllere döktüğüm bir ders. Sınavda önüme gelen A4 boyutundaki kağıda "do" ve "does"ları eşit sayıda serpiştirip sınavdan sonra bütün ezberlediğim şeyleri fark etmeden unuttuğum ders nasıl benim kişiliğimi değiştirebilirdi ki?
YGS, LYS derken önceki yıllarda ara sıra çaldığım İngilizcenin kapılarını artık tamamen kilitlemiştim. Mühendis olmak istediğimi fark ettiğim ilk anda kilitlediğim o kapı geldi aklıma. Çünkü bir mühendislik öğrencisi İngilizce bilmeli ki yenilikleri ilk ağızdan öğrensin, bir makalenin çevrilmesini beklemesin ki çevirmenin yorumlarından etkilenmesin, dünyanın her ucundan teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilsin ve kendi yeniliklerini dünyanın her ucunda anlatabilsin. Bunları düşündükten sonra "tamam" demiştim "%100 İngilizce eğitim veren bir üniversitede endüstri mühendisliği okuyacağım ben".
Sınavlar geçti, tercihler yapıldı, okullar belli oldu. Ben bir endüstri mühendisi adayı olarak Abdullah Gül Üniversitesi'ne başladım. Fakülteye başlamadan önce öğrencilerin 1 sene hazırlık okuması gerekiyordu çünkü AGÜ istediğim gibi %100 İngilizce eğitim veren bir üniversite. Bizim hazırlık okulumuzda sistem biraz farklı. Dönem başlamadan önce herkes muafiyet sınavına girer ve dört temel İngilizce yeteneğinizin (Speaking, Writing, Listening ve Reading) yeterlilik seviyesine göre sınıflara ayrılır. Bu temel yetenekler arasında herhangi bir gramer dersi yok. Çünkü bir dilin kurallarını bilmek o dili bilmek değilmiş. Ben de üniversiteye gelince öğrendim.
Muafiyet sınavında belirlenen seviyelerime göre "Speaking" 1, "Reading" 2, "Writing" ve "Listening" 3 kurlarından başladım. "Speaking" açık ara İngilizce öğrenme serüveninde hepimiz için en zorlu aşama. Senelerce sınıfta konuşunca susturulan, sadece öğretmenini dinlemesi istenen nesil üniversitede bir anda "Konuş!" komutuyla karşılaşınca ister istemez bocalıyor. Gerek düşüncelerini, gerek yeni öğrenmeye başladığın dilin kelimelerini toparlayamamadan kaynaklanan bu zorlanma süreci ancak korkuları yenmekle atlatılabiliyor.
Hazırlık yılının sonunda üniversite sınavı sonucuna göre ilk 20.000'den gelen elli kişi okul tarafından iki ay dil eğitimi almak için Amerika'ya gönderildik. İki ay boyunca Dallas'ta bir ailenin yanında kaldım ve o iki ay öğrendim ki İngilizce konuşmak aslında gramer hatası yapmaktan korkmamakmış. Anadili İngilizce olan insanlardan "He don't like it" cümlesini duyunca anlıyorsunuz. Dallas'ta olduğum 2 ay boyunca hayatımda hiç yapmadığım kadar gramer hatası yaptım ve hayatımda konuştuğum en akıcı İngilizceyi konuştum. Siz ne kadar rahat olursanız konuştuğunuz dil o kadar güzel oluyor ve inanın kimse siz gramer hatası yapıyorsunuz diye dilinizi eleştirmiyor.
Amerika'dan geldikten sonra da okul sayesinde İngilizceden hiç kopmadım ve Amerika'da kazandığım o korkusuzluğu sürekli taze tutmaya çalıştım. Gerek yapılan sunumlarla, gerek araştırma yapılan makalelerle, derslerle, soru çözme saatlerimizle fakültede de İngilizce ile aramın soğumasına kesinlikle izin vermiyorum çünkü bir dili hayatına katmanın en zor kısmı öğrenmek değil, unutmamayı sağlayabilmek.
"1 lisan, 1 insan" sözünü Amerika'ya ayağımı bastığımda, İngilizce bildiğim için gezebildiğim bir sürü farklı ülkede gerçek anlamıyla anladım. Bir dil öğrendiğiniz takdirde, okuduğunuz her cümlede ve gezerken attığınız her adımda o dilin kişiliğinize neler kattığını, düşünce şeklinizde neleri değiştirdiğini iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Bir lisan öğrenip bir insan olmakla yetinmeden bin lisan öğrenip bin insan olsak da anadilimiz olan Türkçeyi, ve Türkçe'nin güzelliklerini unutmamamız dileğiyle.
Bu yazı Bin Yaprak misafir yazarlarından Mina Eser tarafından yazılmıştır.
Mina Eser, 1996'da Bandırma'da doğdu. Annesi hemşire, babası astsubaydır. Babasının tayini dolayısıyla 2004-2009 yılları arasını Batman’da geçirdi. Batman'da ilkokul hocasının yüreklendirmesiyle yerel gazetelere küçük denemeler yazdı. 7. sınıfta tayin ile Kayseri'ye taşındılar. Kayseri’de Nuh Mehmet Küçükçalık Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra Abdullah Gül Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği okumaya başladı. Üniversitede bir sene İngilizce hazırlık okudu ve hazırlığı tamamladıktan sonra üniversite desteği ile 2 ay Amerika’da dil eğitimi görmeye hak kazandı. Bu süre boyunca ELS dil okulunda İngilizce eğitimi aldı. Üniversitede fakülteye geçtiği ilk sene bir Erasmus+ projesi ile gençlik çalışanı olarak Budapeşte’ye bir haftalık eğitime gitti. Şu anda lisans eğitimine devam etmektedir.
Mina Eser, 1996'da Bandırma'da doğdu. Annesi hemşire, babası astsubaydır. Babasının tayini dolayısıyla 2004-2009 yılları arasını Batman’da geçirdi. Batman'da ilkokul hocasının yüreklendirmesiyle yerel gazetelere küçük denemeler yazdı. 7. sınıfta tayin ile Kayseri'ye taşındılar. Kayseri’de Nuh Mehmet Küçükçalık Anadolu Lisesi’ni bitirdikten sonra Abdullah Gül Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği okumaya başladı. Üniversitede bir sene İngilizce hazırlık okudu ve hazırlığı tamamladıktan sonra üniversite desteği ile 2 ay Amerika’da dil eğitimi görmeye hak kazandı. Bu süre boyunca ELS dil okulunda İngilizce eğitimi aldı. Üniversitede fakülteye geçtiği ilk sene bir Erasmus+ projesi ile gençlik çalışanı olarak Budapeşte’ye bir haftalık eğitime gitti. Şu anda lisans eğitimine devam etmektedir.
2023 BinYaprak. Tüm hakları saklıdır. Bir TurkishWIN girişimidir
Yorum