Başarmaya Dair

    unnamed

    Başarmak nasıl bir his? Başarmak aslında nedir? Polen Gökbuget, başarının gerçek anlamını keşfedip bunu sizlere ilham dolu bir yazı ile sundu . Keyifli okumalar! 

    Başarmaya dair bir sorum vardı benim... Neydi başarmak? 

    Bugüne kadar hep ürettim, mücadele ettim ve hiç durmadım. Orta okuldayken Interact Klübüne üyeydim, sonra başkanlığını yaptım. İhtiyacı olan çocuklar için projeler yapıp onlara yardım ederdik. Bu dünyanın en güzel şeyiydi. Hayatın yaratımına bir tuğla da sen koyuyordun...

    Sonra lise sınavlarına hazırlandık ve istediğim okulu burslu kazandım. Lise son sınıfa doğru, Amerikan Konsolosluğu'nun, gençlerin liderlik özelliğini ve kültürel değişimi desteklemek adına bir program tasarladığını, mülakatla dünyadan 45 öğrenciyi seçeceğini öğrendim. Okuldaki öğretmenim beni önerdi. Mülakata girdim ve Amerika'ya yaz dönemi programa katılmak üzere gittim. Dünya'nın farklı yerlerinden bir sürü genç, beraber paylaştık, ürettik ve yarattık. Hepimiz denktik birbirimize, tek bir dünyanın, aynı annenin çocukları gibi...

    Üniversite sınavına hazırlanma dönemi geldi. Hayatta kalabilmek için iyi bir kariyere sahip olmak gerek dediler. Altın bilezik dediklerinden yani... Tıp okumaya karar verdim. Sınava 2 ay kala vazgeçtim. Hayat amacım oradan geçmiyordu, ben başka bir şeyler yapmalıydım. Ailem her zaman olduğu gibi beni ve hayallerimi destekledi. Ortak alandan sadece İşletme veya Ekonomi seçebilirdim. Koç Üniversitesi İşletme bölümünü kazandım %50 burslu...

    O dönemler babamın maddi durumu bozulmuştu. Ne okuması ne de bitirmesi kolay oldu... Gördüğünden geri kalmama mücadelesi vermek zormuş gerçekten de... Tek bir tavsiyeyi dinledim bugüne kadar, annemin ben üniversiteye giderken söylediği, "olduğun gibi görün kızım..." o zaman anladım hayattaki altın bileziklerin aslında ne olduğunu... Aldım tavsiyeyi, taktım koluma... Meğerse asıl altın bilezik buymuş. Mezun olduğumda elimde sadece diplomam yoktu, hayatımda birbirinden güzel can dostlarım, binlerce anımız ve kocaman bir "çok şükür" vardı.

    Sıra gelmişti kariyere... İyi bir şirkete girmeliydim. Araştırdım, düşündüm, taşındım. Tek bir yeri istedim, EY (Ernst & Young). İşe alındım. 4 sene çalıştım. Çok da şey öğrendim. Kariyerimin temellerini sapasağlam attım. Üretmekle ve mutlulukla 4 senem geçti. Tabi bu arada 2017 yılında, ben bu hayatta ne istiyorum sorularını sormaya başladığımda Öze Dönüş girdi hayatıma... Programın öyle dönüştürücü bir rolü oldu ki, her kadın bu deneyimi yaşamalı dedim. Programın lideri olma yolundaki sürecim de bir yandan başlamış oldu. Hayaller bireysel değildir bence, kolektiftir. Ben bir hayal kurarım, sen de bir hayal kurarsın. Fakat o hayali gerçek yapan "biz" oluruz. İşte biz de program liderleri olarak hayallerimizi gerçeğe dönüştürme yolunda ilerlemeye başlamış olduk...

    Bir yandan iş hayatı bir yandan Öze Dönüş, hayat yolumda ilerlerken dedim ki kendime, artık kabuğumu biraz daha kırma vaktim geldi. O zaman da EY'daki kariyerimi sonlandırmaya karar verdim. Girişimcilerin kurduğu, startup firmaları denemek istedim. Sonuçta risk alabilecek bir yaştaydım. En kötüsü ne olabilirdi ki?

    Son bir senem iniş-çıkışlarla, macera ve tecrübe dolu geçti. İlk startup tecrübem pek de hayal ettiğim gibi olmadı. Oldukça kısa sürdü. Peşine kızılderili kadim bilgelik öğretisi olan Delicate Lodge girdi hayatıma. Sonrasında vizyonu ve çizgisini pek sevdiğim Melek'in kurduğu TurkishWin'e destek oldum. İyi ki de olmuşum, bugün ne istediğimi, hangi yönlerimin daha güçlü olduğunu görmemde çok büyük katkısı oldu. Sonra Almanya'da dronla lojistik yapan bir firma ile anlaştım, imza attım. Almanya'ya yerleşiyordum, pandemi girdi hayatlarımıza... Ben durmak istemiyorum, boş kalmak istemiyorum dedikçe hayat bana sanki dur diye bağırıyordu... Ben yine durmamak için kendimce çözüm bulup Öze Dönüş'ün sosyal medya ve iletişim işlerini ele geçirerek üretmeye devam ettim.

    Sonra bir şey oldu...

    Ansızın.

    Donuk.

    Tatsız.

    Sevimsiz.

    Bir telefon ve buz gibi bir haber.

    İşte o zaman durdum... Hayata dair yeni sorularım vardı artık. Meğerse cevapları bendeymiş.

    Çocukluk arkadaşımın, can dostumun ablası kalp krizi geçirmişti ve fiziken burada değildi artık... İnsan çocukluğundan beri bildiği, büyüdüğü, yanı başından birini uğurlayınca tüm o sorular ve sorgular dönüşüyor, yeni cevaplar beliriyormuş. Şimdi siz bu kız hikayeyi nasıl ve nereye bağlayacak diye içinizden geçiriyorsunuzdur. Bağlıyorum birazdan... Ama ondan önce paylaşmak istediğim son bir şey daha var. Başarmak neydi diye sormuştum ya, cevabı bulmama vesile olan son bir şey daha...

    Ölüme dair... Aslında doğuma...

    30 Ekim doğum günü yaklaşıyordu... Aklıma düştü bir gece ansızın. Ve döküldü kalbimden bu kelimeler, canımın canına, ablasına...

    "İnsanlar fiziken bu dünyadan ayrıldıktan sonra, her sene ayrıldıkları gün anılmaya başlarlar. Hatta sene-i devriyesi geldi denilir. Yani yıl dönümü. Bence dönüm olan insanın sadece doğuşudur. Var olması gereken tek sene-i devriye de ruhun fiziğe bürünüp başka ruhlara değdiği o ilk gündür.

    Eğer sen olmasaydın, biz belki de hayattaki en büyük acıların sadece kan bağın olan insanların fiziken bu dünyayı terk etmesinden ötürü olabileceğine inanacaktık.

    Eğer sen olmasaydın, hayatta bugüne kadar yaşadığımız üzüntülerin, takıldığımız sorunların çok gerçek ve de hiç geçmeyecek olacağına inanacaktık.

    Eğer sen olmasaydın, masada otururken ve senden bahsederken önümüze düşen kuş tüyünün bir melekten gelen mesaj olabileceğine hiç inanmayacaktık belki de...

    Eğer sen olmasaydın, bir annenin, çocuğuna bir ömür yetecek olan sevgi ve mutluluğu, onu ayakta dimdik tutabilecek gücü sadece 3 yılda veremeyeceğine inanacaktık.

    Fakat sen geldin bu dünyaya, sesinle, bedeninle ve renginle... Şimdi biz senin dilsizliğinde ve bedensizliğinde hâlâ çok şey öğreniyoruz.

    Daha az kızıp öfke duyuyoruz.

    Daha az takılıyoruz.

    Sevdiklerimize sıkı sıkı sarılıyoruz.

    Bir çocuğun kahkahası ve hayal dünyasıyla kim olduğumuzu hatırlıyoruz.

    Mutluluğu maddelerde değil, maneviyatta arıyoruz.

    En önemlisi de ne biliyor musun? Devam ediyoruz bir şekilde...

    Çünkü anladık.

    Bedenimize bile sahip olamadığımız bu dünyada, sahip olabileceğimiz tek gerçeğin sevgi olduğunu anladık...

    Biz bundan sonra bu hayatı dolu dolu, tamı tamına yaşayacağız. Çünkü ruhu tam yapan hayatta yaşadıkları ve ruhuna değenlermiş. Bunu da anladık.

    Biz sen olmasaydın eksik olacaktık, yarım olacaktık. Fakat sen varsın ve biz sadece bedeninle bizimle olamadığın için bu hayatı eksik yaşarsak ya da eksik kaldığımıza inanırsak sana çok büyük haksızlık etmiş oluruz. Çünkü o zaman seni inkar etmiş oluruz.

    Ve sen inkar edilemeyecek kadar gerçek, haksızlık edilemeyecek kadar güzel bir ruhsun. Kalbi kalbe, ruhu ruha değenlerden.."

    Şimdi, tam şu anda hayatımın en sessiz durağındayım sanki. Oturmuşum bir banka, karşımda da İstanbul Boğazı, okuyorum tekrar tekrar bugüne kadar olan hikâyemi, yaşadıklarımı ve soruyorum kendime.

    Sahi ya neydi başarmak?

    Tamam. Hatırladım.

    Devam edebilmekmiş...

    Paulo Coelho'nun Simyacı kitabında da dediği gibi "Her insan kendi menkıbesini yaşamak için dünyaya gelir."

    O zaman, iyi yolculuklar yolcu...

     

    Yorum

    Zaten Hesabınız Varsa Buradan Oturum Açın
    Henüz bir yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun
    © 2024 BinYaprak. Tüm Hakları Saklıdır.
    Bir TurkishWIN girişimidir.