Ölümünün üzerinden 500 yıl geçen, Rönesans döneminin insanlığa en büyük armağanı olan, zamanının çok ötesindeki deha Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği (The Last Supper) masasında kimlerle olmak isterdiniz?
Gerçeğin iç yüzünü gösterdiği için sanat çalışmalarında çirkinlik olmayacağını savunan heykeltıraş Rodin'den birkaç yüzyıl önce yaşayan dâhi Da Vinci'nin ilginç, sıra dışı bulduğu yüzleri şehrin dışındaki mahallelerine kadar takip ettiği biliniyor. İnsanın içindeki duygu fırtınalarını yansıttığı eserlerinden Son Akşam Yemeği'nin hayat felsefeleri ile yaşadıkları evrene farklılıklarıyla anlam katan insanlardaki yansımalarına birlikte göz atalım.
İnci Kadribegiç: Gilbert ve Sullivan operalarına imza atan komedi metni yazarı W. S. Gilbert, yemek hakkında, "Önemli olan masanın üzerinde duranlardan ziyade sandalyelerin üzerinde oturanlandır." demiştir. Ölümünün üzerinden tam 500 yıl geçen Leonardo Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği (The Last Supper) masasında kimlerle olmak isterdiniz?
Aylin Açıkgöz – Hevesli İnsan Bilim Atölyeleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi
Hayatta kendime edindiğim amaç, topluma dokunmaktır. Son yemeğimde bu amaç için edindiğim araç olan eğitim hakkında bir şeyler yapmaya devam ederdim ve konuk listem şöyle olurdu: Mustafa Kemal Atatürk, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Türkan Saylan, Erhan Erkut, Ziya Selçuk, Mansur Yavaş, Mehmet Mirioğlu, Timur Doğru, Ali Eren Sürmeli, Mehmet Ali Sultani, Hayallerine sarılan ve köyde eğitim bir gören bir kız çocuğu
Emrah Maraşo – Bilim ve Ütopya Genel Yayın Yönetmeni
Leonardo insanlığın merakının, keşfetme arzusunun, doğayı anlama ve ona müdahale etme ihtiyacının simge ismidir. Orta Çağ ile Modern Çağ arasında konumlanan Leonardo sürekli ileri atılmak isteyen, zincirini kırmayı ve keşfedilmeyene ulaşmayı hedefleyen bir karakterin temsilcisidir. Leonardo resim sanatını felsefe olarak ele almış, devinimin, hareketin odağında tarif etmiş ve ressamı doğa ile sanat arasındaki yorumcu olarak konumlandırmıştır. Son Akşam Yemeği'nde de onun tarif ettiği dinamizmi somutlaştıran insanlarla bir arada olmak isterdim. İskenderiyeli Hypatia onların başın gelirdi. Onu taşlarla katleden yobazlığın zihniyetini ve bu mücadeleci kadının direnişini dinlemek ister ve insanlığın aldığı mesafeden konuşurduk. Bu sırada Kopernik ve Galileo, Bruno'yla birlikte katılırdı sohbetimize. Malum, türümüzün cahillikle dolu boş gururunu kırarak onu evrendeki gerçek yerine oturtan öncülerle birlikte olmak mutluluk verici olurdu. Ve Nâzım Hikmet tam da bu sırada "Delikanlım! / Senin kafanın içi / yıldızlı karanlıklar / kadar / güzel, korkunç ve iyidir" dizelerini okur ve herkes memnuniyet dolu bir sessizlikle dinlerdi. Ardından gericiliğe karşı "yüzyılların doğurduğu ölüm" olan Turan Dursun, aydınlanmanın sıcaklığını getirirdi masamıza. İbn Sina kapıdan girer ve doğunun kadim hekimini "hoş geldin Avicenna!" diye karşılardı batılı dostlarımız. Irene Joliot-Curie'nin hikâyesini yemekteki herkes ilgiyle dinlenirdi. Anne-babasının Nobel ödüllü çalışması, kadın olduğu için uğradığı haksızlıklar ve eşiyle birlikte yaptığı büyük çalışmalar çoktan film olmayı hak etti. Karl Marx, masamıza toplumsal mücadelenin tozu toprağıyla ve fedakârlığıyla gelirdi. Çok sevdiği puro ikramında bulunurduk. Bize bilimsel sosyalizm ve bilim ilişkisini, yanlışı göstererek anlatırdı. Darwin elbette masamızın olmazsa olmazı olurdu Herakleitos'la birlikte. Evrim ve değişim olgusu üzerine yaptıkları sohbete kulak misafiri olmak bile yeterdi. Son olarak çok sevdiğim yazar Michael Ende "Bitmeyecek Öykü"sünü sürdürürdü. Çünkü insanlığın öyküsü asla bitmeyecek!
Kaan Öztürk – Veri Bilimci, Bilimsel Şüpheci
Öncelikle eşimi ve oğlumu yanımda isterdim tabii. Ve madem ki ölüleri diriltecek imkanımız var, anneannemin babası Dr. Cemil Emler'i karşıma oturturdum. Tıbbiyeden mezun olur olmaz kendisini dünya savaşının içinde bulan, 1930'larda dört kızını üniversitede okutmuş Cemil dedeyi daha iyi tanımak istemişimdir her zaman. Ölüm çok yakınsa, onu metanetle karşılamaya yardımcı olacak birileri gerekli elbet. Bunun için, "bütün felsefe ölüme hazırlıktır" diyen Sokrates'den iyi bir rehber düşünülemez sanırım. Ondan beş yüz yıl sonra yaşayan Pamukkaleli stoacı Epiktetos da mutlaka gelmeli. Kahramanını canlı olarak görmenin şaşkınlığını üstünden attıktan sonra aralarında konuşacakları şeyleri dinlemenin tadına doyulmazdı muhtemelen. Bir de çağdaş filozoflardan, bilim felsefecisi ve modern stoacılık öncüsü Massimo Pigliucci olmalı mutlaka masada, anlamadığım şeyleri bana anlatması için.
Akıllarından neler geçtiğini, nasıl düşündüklerini merak ettiğim büyük insanlar vardır. Madem ki son günümde onlara ulaşma şansım olmuş, iki büyük reformcuyu, Atatürk ile 2. Mahmut'u davet ederdim. Nelerle mücadele ettiklerini, hiç umutsuzluğa kapılıp kapılmadıklarını sorardım. Elim değmişken Mahmut'un büyük dedesi 2. Mehmet'i ve son Roma imparatoru Konstantin'i de ağırlamak isterdim. Altı asrın ardından birbirlerine ne söyleyeceklerini merak ederdim. Belki Atatürk, Mehmet'in torununun yüzyıllar sonra aynı şehri işgalcilere yumuşak başlılıkla teslim ettiğini anlatarak onları şok ederdi ve birbirimize bakarak gülerdik.
Bir sofrada tatlı hikayeler anlatılmalı. Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı ile dünya mitolojileri uzmanı Joseph Campbell'i yanyana oturturdum. Onlar konuşurdu, biz dinlerdik insanlığın müthiş hikayelerini. Böyle böyle sabahı eder, vakit gelince vedalaşırdık.
Tevfik Uyar – Bilim (+kurgu) Yazarı, Bilimsel Şüpheci
Bertrand Russell, Carl Sagan, Ursula K. Leguin, Mustafa Kemal Atatürk, Ada Lovelace, Konstantin Tsiolkovski, Seneca, Stainslaw Lern, Charles Darwin, Albert Einstein, Alan Turing
Zeynep Karacan – Yale University Computer Science '21
Bir Bilgisayar Mühendisliği öğrencisi olarak, mühendisliğin yalnızca makinaları programlamak olduğuna inanmayanlardan, inanmak istemeyenlerdenim. Richard Dawkins'in de dediği gibi, bilimin "gerçekliğin şiirini yazmak" olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden zengin bir hayat görüşüne sahip olmadan yapılan bilimin (ve mühendisliğin) bir yanının her daim gerçeklikten kopuk olacağı, işlevselliğinin yeterli düzeyde hayata geçirilemeyeceği kanaatindeyim.
Dünya tarihinde yer alan önemli figürler arasında ilgimi en çok çekenler hep "avangart" dediğimiz, alanlarında kendi dönemlerinin ilerisini düşünüp öngörebilen, çağdaşlarının belki yüzyıllarca ilerisinde çalışmalar yapıp alanlarına ve dünya tarihine sekil veren "öncü"ler olmuştur. Eğer Leonardo Da Vinci'nin Son Aksam Yemeği masasında olsaydım, kahraman öncülerimle bir arada oturup onların düşünce yapısını anlamaya çalışmak, ne gibi değişkenlerin onları normun dışına yönlendirdiğini dinlemek isterdim. Alanlara göre kategorilendirirsek, bu isimlerden biri müzikte klasik dönem kalıplarını kırıp erken romantik dönem besteleriyle Romantizm akimini başlatan Ludvig van Beethoven. Bir diğeri ise alışılagelmiş tonalite kalıplarını yıkarak "atonalitenin özgürleştirilmesini" savunan, anlatımı on plana çıkaran Ekspresyonist Arnold Schoenberg. Resim ve görsel sanatlar alanında Dadaizm akiminin oncusu, sanat yaparken hayati belki de çok da ciddiye almamamız gerektiğini düşündüren Marcel Duchamp. Soyut sanatın öncüsü Wassily Kandinsky'e de yer verip, eserlerini yaratırken nasıl bir ruh halinde olduğunu dinlemek isterdim (bir kişi davetimi geri çevirirse Igor Stravinsky'le beraber çok iyi bir ikili olacaklardır). Felsefe alanında her ne kadar avangart olarak kategorilendirilmekten cok uzak olsa da, olmazsa olmaz dediğim Platove yapıtları varoluşçuluk felsefesi alanında sınıflandırılsa da akımlardan bağımsız kendi felsefesinin yazarı Martin Heidegger'le oturmak isterdim. Heidegger'e ayrıca iyi bir editöre ihtiyacı olduğunu, hala yazıyorsa bu tavsiyemi derhal dinlemesi gerektiğini söylerdim. Mühendislik ve bilim alanında günümüzün yaşam kaynağı olan elektriğin kâşifi Nikola Tesla ve henüz bilgisayar bilimi toy çağlarındayken yapay zekanın nasıl bilinçlenebileceğini (ya da bilinçlenemeyeceğini) tartışan, Godel Escher Bach kitabının yazarı Douglas Hofstadter'le olmak isterdim. Tesla ve Hofstadter'in arasına, bana ikisini de hatırlatan, hem icatları hem de bilinç ve yapay zeka alanında çalışmalarıyla gündemden düşmeyen Ray Kurzweil'i oturtup, birçok konuda fikir ayrılığına düşmelerini keyifle izlemek isterdim. Kendi yanıma da girişimcilik alanında kahramanim olan ama masada muhtemelen yorumlarıyla gerginlikyaratacakElon Musk'ı oturtup, bilime uymayan tahminler yapığı zaman konuyu geçiştirmek ve "Eee sen ne diyorsun Schoenberg?" diyerek sohbeti dağıtmak isterdim.
Umarım bunları okurken masada bir eşitsizlik olduğunu fark etmişsinizdir. Ben bu eşitsizliğin üzerine basarak masamdaki herkesin erkek olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Erkek egemen toplumda öne çıkan bir kadın figür olmak, gerek bilim gerek sanat alanında neredeyse imkansızdı. 21. yüzyılda bunun değişmesi gerekiyor. Kadınlar kendilerine masada bir yer sunulmasını beklememeli, kadınlar kendilerine masada bir yer edinmeli. Bu yüzden masadaki son iki yeri, kendilerine alanlarında tırnaklarıyla kazıyarak yer edinmiş iki kadına, idolüm Frida Kahlo'ya ve romanlarıyla sansasyona sebep olmuş Jane Austen'a adıyorum.
2023 BinYaprak. Tüm hakları saklıdır. Bir TurkishWIN girişimidir
Yorum